Ana içeriğe atla

Döngel Dünya – Ethem Baran

 İletişim yayınlarından çıkmış olan Döngel Dünya 115 sayfa ve 15 öyküden oluşuyor. Kapak tasarımını Suat Aysu, Olcay Coşkun’un arşivinden bir Murat124 fotoğrafı ile yapmış. Mazide kalan eski zamanlar, bir zaman yepyeni olan ancak yitip giden hayatlar, kitaptaki öykülere hoş bir bakış atıyor kapak tasarımı bu yönüyle.


Öykü okumayı roman okumaktan daha çok severim ve öykü yazmak sanırım ki daha zordur. Birkaç sayfaya sığdırılması gereken bir sevinç, bir ağıt, bir umut. Ethem Baran ise hem lirik anlatımıyla hem ustaca konunun sonunu hayal etmeyi bize bırakmasıyla çok iyi bir öykü yazarı olduğunu bir kez daha gösterdi bize.

2020 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı kazanmış olan kitap benim en sevdiğim yazardan olunca bir çırpıda okudum bitti. Hatta tadı damağımda kaldı. Altı çizili pek çok cümlem, okumaktan keyif aldığım pek çok betimleme var. 15 öykü içinde yalnızlığı iliklerimizde hissettiren hatta biraz da imrendiğim Radarcı Naci, saatlerce konuşup, konunun etrafında dolanıp, ne dinliyorum hissi ile bana dayımı hatırlatan Üç İyidir ve evde temizlik yapıp Yeşilçam filmi izlediğimiz günlerden selam getiren Essahtan Değil hikâyelerinin yeri ayrı kaldı bende. Yamaçta Yağmur Var hikâyesi ise umarım hayal ürünüdür ve gerçekten yaşanmamıştır. Ülke olarak kültürel çöküşümüzü trajikomik bir şekilde anlatmış. Ancak Sayın Ethem Baran’ın başından böyle bir şey geçmişse eğer, tahammülfersa bir olay ve işin aslı o idareciye acıdım ben en çok. Hayatla ilgili bir güzel şey öğrenemeden hayattan geçip gitmek çok acı.  

Kasabadan az büyük, küçücük bir İç Anadolu şehrinde büyüdüm ben ve halen daha o küçücük yerde hayata edebiyat ile tutunuyorum. Ethem Baran öykülerinde bu şehirleri, burada yaşayan insanları ve sıkışmış ve hatta biraz sığ hayatları öyle güzel öyle içinden anlatıyor ki anlaşıldığınızı hissediyorsunuz. Hayat buralarda gerçekten bu öykülerdeki gibi akıp gidiyor çoğu zaman.

“Bir insan susunca, sesi içinde dolaşmaya başlıyordu. İyice yayılıyordu. Sonunda gözlerde, ellerde, oturuşta, yürüyüşte, ette kemikte çın çın ötmeye başlıyordu bu ses. Dünyayı anlamak için susmak yetiyordu.”

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Iza’nın Şarkısı – Magda Szabo

Hakan Tansel’in çevirisiyle dilimize kazandırılmış Iza’nın Şarkısı ilk baskısını 2008 yılında yapmış. Yapı Kredi Yayınlarının baskı kalitesi pek tabi ki hemen kendini belli ediyor. 223 sayfalık kitabın kapağı çok hoş bir tasarıma sahip ve konu ile bütünleşmiş. Iza’nın şarkısı toprak, ateş, su ve hava bölümlerinden oluşuyor ve her bölüm aslında bu dört elementin kaybını anlatıyor. Romanın ana konusu kuşak çatışması, hızla değişen dünya ve bu değişimin içinde kaybolma ve bu değişime ayak uyduramamaydı sanırım. Toprak bölümü bir babanın ölüşüyle başlıyor ve Iza’nın babasının ölümü ile annesine kol kanat geren evlat rolünü okuyoruz. Ancak bunu o kadar annesinin duygularını geri plana atarak yapıyor ki elimizde olmadan Etelka (anne) için üzülüyor ve Iza’ya kızıyoruz. Geride bıraktığı eşyalar, hiçbir şeyi görmek istemeyip adeta kaçırırcasına annesini götürmesi aslında insanın kendinden ve toprağından kaçışını ve toprağını kaybedişini anımsattı. Toprak her kültürde ait olmayı

Dedem Bir Kiraz Ağacı – Angela Nanetti

Çocuk kitapları okumayı seviyorum. Daha net, akıcı ve anlaşılır oluyorlar. Üstelik kolayca verdikleri mesajı alabilmek için çocuk bilgeliğiyle düşünmek gerekiyor. Çocuk kitabı okumanın insan zihninin başka odalarının açılmasını sağladığını düşünüyorum. O yüzden sıklıkla kızların kitaplığında kitap aşırırım. Ama Dedem Bir Kiraz Ağacı kızımın tavsiye ettiği bir kitaptı ve iyi ki okumuşum dedim. Kitabın yazı fontu, sayfa düzeni, içeriğindeki illüstrasyonlar gerçekten çok keyifli ve dördüncü sınıftan itibaren he çocuğun keyifle okuyabileceği bir kitap. Günışığı Kitaplığı zaten çok özenli bir yayınevi ve zaten kitapların kalitesinden çocukların daha keyifle okuması için dikkat ettikleri belli oluyor. Tonino anneannesi ve dedesi ile babaannesi ve dedesini kıyaslayarak başlıyor hikâyesini anlatmaya. Aslında tam bizim ülkemizdeki gibi köyde yaşayan aile büyükleri ve şehirde yaşayan aile büyükleri hakkında düşüncelerini anlatıyor. Bu esnada ne hissetmişte biz de okurken tam ol

Fındık Kabuğu – Ian McEwan

Yapı Kredi Yayınlarının klasik baskı kalitesinde ve yazı fontunda olan kitap bu noktada tatmin ediciydi. Ancak galiba yaşlanmaktan kaynaklı yazıların biraz küçük olduğunu düşündüm. Kapak tasarımı ise hikâyeyle bütünleşmiş ve merak uyandırıyor. Arka kapakta vurgulandığı üzere hamile bir kadın, eşi ve sevgilisi arasındaki ilişkiler yumağını fetüsün dilinden anlatmış. Fetüs hikâye boyunca sosyolojik, bilimsel gözlemlerini de bizimle paylaşıyor. Başlangıçta ilginç bir fikir gibi gelse de yer yer rahatsız edici oluyor bir fetüsün gözlemlerini okumak. Üstelik anne karnındaki yaşama dair bildiklerimizle uyuşmayan bir fetüs bilgeliği, hayata dair gözlemlerimiz hakkında düşünmemize neden oluyor galiba. Diğer taraftan çocuklarımızın bizden çok daha fazla bilgiye sahip olması ve buna bağlı olarak daha derin düşünebilecek olmaları da bir yandan çok istenilen bir durum olmasına rağmen korkutucu geliyor. Bu nedenle fetüsün insanlığa yönelttiği sert eleştiriler okurken rahatsızlık hissimi